ŞEYLERİ TANRI EDİNMEKTEN VAZGEÇİREN KİTAP: GÖĞÜ DELEN ADAM


  Bu kitap adeta bir sesleniş. Kabile reisi Tuiavii’nin Samoalı halkına seslenişi. Ufuktan kendilerine doğru gelen, yelkenlisiyle göğü delen adamın (beyaz adamın) zihnine ve getireceklerine karşı halkını uyaran bir sesleniş. Bu uyarılarda taze bir bilinçle yaşantımıza bakabilme fırsatımız oluyorken kendimize nasihatler çıkarmamak mümkün değil. Öncelikle kitap Samoa Adası’nda yaşayıp büyümüş Tuiavii’nin kente gelerek gördüklerini yorumlamasından oluşuyor. Papalagi dediği beyaz adamlar ve onların ruh hali, yaşantıları çok farklı bir gözle analiz ediliyor.

  Şimdi hayatı Tuiavii’nin gözlerinden görmeye başlayalım:

 Tuiavii barınaklarımızdan yani evlerimizden bahsediyor. Hava ve ışık geçirmeyen birçok kutulardan yani odalarımızdan ve asıl olarak bu taş kutulara olan sevgimizden söz ediyor şaşkınlıkla.” İnsan nasıl olup da ölmediğine ya da kuş olmaya, kanat takıp hava ve güneş olan yerlere yükselmedikleri için hayıflanmadıklarına şaşırıyor.” Şeklinde dile getiriyor. Peki, biz hiç bu konuda bu kadar açık bir gözle baktık mı? İnsan fıtratı doğayı ister, güneş ışıklarının altında olmayı, esen rüzgârı hissetmeyi… Buna rağmen bu taş duvarlara olan sevgimiz nedendir? Kat kat binaların içerisine yığılmamız, karanlığa en kötüsü de kendi karanlığa hapsolmamız. Kitabı okudukça bu karanlık yavaş yavaş aydınlığa dönüşüyor. Tuiavii yığıldığımız bu taş binanın içerisindeki komşuluk hayatımıza dahi dikkat çekiyor. “Çok zaman birbirlerinin adlarını bile bilmezler. Giriş deliğinde karşılaştıklarında ya isteksizce selamlaşırlar, ya da düşman böcekler gibi mırıldanırlar. Gören de bir arada yaşamak zorunda kaldıkları için hiddetlendiklerini sanır.” Sahi bu sabah merdivende ya da asansörde karşılaştığınız komşunuzu düşünün. Nasıl homurdanarak selam verdiğinizi hatırlayın. Kardeşlikten, dostluktan, komşuluktan bahseden insanlar bizler miyiz, hani medeniyet sahibi olan? Dışarıdan baktığımızda kendi benliğimize, hiç de öyle durmuyor.
  Terk ediyoruz özel kutularımızı, çoğunlukla sabahın erken saatlerinde. Peki, sonra ne yapıyoruz? Başka bir taş kutuya giriyoruz. Okul veya iş yeri olarak adlandırdığımız kutularda tüm günümüzü geçiriyoruz. Daha önce hayatınızın büyük bölümünü kapsayan, bu kutular arası yolculuğunuzu fark etmiş miydiniz?
  
  “Ömründe hiçbir ağaç, tek bir ırmak ve gökyüzünü görmemiş ve de Büyük Ruhla yüz yüze gelmemiş insanların yaşadığı, ama yine de gurur duydukları yaratıları.” Tuiavii çok gelişmiş ülkelerimizin kentlerinden bahsediyor. Gurur duyduğumuz o yaratılardan, kentlerden. Peki ya kentlere sahip olmayanlar yani köylüler? Tuiavii bu insanlara toprak insanları diyor. “Yarık insanlarından daha çok yiyecekleri olduğu halde elleri daha kaba örtüleri daha kirlidir. Yaşamları diğerlerinden çok daha güzel ve sağlıklıdır: Ama kendileri buna inanmaz ve toprağa basmayan, tohum ekip ürün biçmeyen, bu yüzden onlara boş gezer gözüyle bakan yarık insanlarını kıskanırlar.” Topraklara sahip olan, doğayla iç içe olan bu insanlar neden cadde insanlarını kıskanır durumdalar? Caddelerde kargaşada boğulan insanlardan olmak, ağaçların arasında olmaktan daha iyi bir durum gibi gösteriliyor. Şehir hayatı yaşayanlara sorulsa çok azı köy hayatını ister. Bizler her zaman şehir hayatının en iyi olduğuna inanmış durumdayız. Ve Tuiavii’nin gözlerinden yani taptaze bir zihinle bakmadan bu durumun ne kadar mantıksız olduğunu belki de hiç göremeyeceğiz.

  “Başka adadaki bir dostuna yalnız şöyle bir ‘talofa!’ (seni seviyorum) demek istiyorsan oraya kadar gitmene hiç gerek yok. Sözlerini metal bir telin içine söylemen yeterli. Bu teller taştan adalar arasında uzanır ve senin sözlerini gideceği yere bir kuştan daha hızlı ulaştırır.” Evet, Tuiavii telefondan bahsediyor. Sevgi dileklerini iletmemiz için adalar aşmamıza gerek yok. Tabi bu kent hayatının sömürüsünden geriye sevgi kalabilirse.

  Tuiavii halkına sesleniyor: “yalnız yolunu şaşırmış, hastalıklı ve Tanrı’nın elini elinde hissetmeyen insanlar bu taştan yarıklar arasında güneşten, ışıktan ve yelden yoksun kalarak mutlu olabilirler.” Bu mutluluk ise sözde mutluluktan başka bir şey değildir. Halkını uyarıyor: “mutluluğumuzu taştan kutular, gürültü, duman ve yarıklarla yok etmeye çalıştığında karşısına dikilmeliyiz.” Düşünebiliyor musunuz? Bizim kent diye adlandırdığımız, adına medeniyet, teknoloji dediğimiz peşinden koştuğumuz koca dünyamız, Tuiavii için mutluluğu sömüren bir yapı ve halkını uzak tutmak istediği bir tehlike. Sahi bu tehlikenin içerisinde bizler nasıl barınıyoruz? Neden durup düşünmüyoruz?

  Tuiavii’ye göre Papalagilerin gerçek tanrısı, ‘para’ diye adlandırdıkları yuvarlak meta ve kağıt parçalarından başka bir şey değil. Para uğruna mutluluklarını, vicdanlarını yitirenler; gülmekten, onurundan, sevincinden, hatta karısından çocuğundan olanlar vardır. Bu derece para düşkünü olunmasının sebebi ise dünyamızda sabahtan akşama kadar parasız hiçbir şey yapamayacak olmamızdır. Eğer paran yoksa aç ve susuz gezersin. Hatta doğar doğmaz para ödüyorken öldüğünde de ailen yine senin için para ödemek durumundadır. Sahiden para mevzusu tüm bir insanlığın yapısını, bireylerin kişiliklerini değiştirecek güçtedir. Günümüzde öyle bir sistem vardır ki günlük hayatını parasız geçiremezsin. Para kazanmak içinse yeni yeni nedenler aranır ve bunlara “iş” adı verilir. Ne kadar çalışırsan o kadar kazanırsın ve en çok değer gören sen olursun. Tuiavii’nin dediği gibi “ Beyazların dünyasında insanların ağırlığı yalnızca parasıyla ölçülür, yiğitliği, soyluluğu ya da zekasının parlaklığıyla değil.” Sistem seni daima itekler ve bu sayede daha çok kazanırsın. Bu kişiye gelip, “Bu kadar çok parayı ne yapacaksın, açlığını susuzluğunu bastırkmaktan, giyinmekten başka ne istersin?” diye sorsan söyleyecek söz bulamaz ya da daha çok para istiyorum der. İşte o zaman anlarsın ki para onu hasta etmiştir, bütün duyularını ele geçirmiştir. Kardeşi yanında açlıktan ölüyor olsa da ona zırnık koklatmaz. İşte bu durum gelinen noktadır ve daha karanlığı yoktur. Ve bizler ise bu karanlıkta Tuiavii ve halkı gibiler için üzülürüz, onlar yoksullar diye. Kendimizin ne kadar üzülecek durumda olduğunun farkına varmadan. Oysaki mutlu olan taraf yapılanın karşısında karşılık beklemeyi hor gören taraftır. Birinin her şeyi varken, diğerinin hiçbir şeyi olmamasına izin vermeyen taraftır. Allah’ın dediği durum da budur, vadettiği mutluluk işte böyle kazanılır.

  Tuiavii’nin görüşüne göre ‘şeyler ikiye ayrılır. Birincisi Büyük Ruhun bize verdiği, emeğe malolmayan hindistancevizi, midye, muz gibi şeyler. İkincisi ise insanların emek ve çaba harcayarak yaptıkları yüzük, yemek kabı gibi şeyler. Büyük ruhun şeyleri sayılamayacak kadar fazladır. Biz insanlar daha ne diye bunca şeyin üstüne yeni şeyler eklemeye çalışalım?
  Bizler bu soruyu soramadık kendimize ve peşinde koşturacağımız yeni şeyler ürettik. Bu şeyler bizi yoksullşatırdı. Öyle bir durum ki şeylerin çokluğu mutluluk ve huzur sağlamaz. Bunu farkedebilmek için kendimizi ve etrafımızdaki binlerce şeyi sorgulamamız lazım. Bunca şeye sahipken dahi mutsuz olunabilir çünkü insanın ruhuna iyi gelen bunlar değildir. Az şeyi olan Papalagi ise yoksulum diye üzülür. Bu kandırmacadan başka bir şey değildir. Şeylerin varlığı da yokluğu da insanı üzer. Tek çaremiz, huzura ulaşabileceğimiz tek yol: Şeyleri tanrı edinmekten vazgeçmektir!

  Ürettiğimiz makineler... Bize çok işimizde kolaylık sağlayan, faydası göz ardı edilemez olan inşaa ettiklerimiz. Hedeflerimize hızlı ulaşmamızı sağlayan robotların rahatlığı yadırganamaz lakin şunun farkında olmalıyız. Bizi amaçlarımıza gayet hızlı ulaştıran bu makineler aynı zamanda bize yeni amaçlar da koyuyor. Bu nedenle devamlı kolumuzdaki saati kontrol edip koşmaya devam ediyoruz. Bir görevden, sorumluluktan diğerine sürükleniyoruz. Hız ve yoğunluk içinde benliğimizi kaybediyoruz.

  Sonuç olarak bu kitap tam anlamıyla bir “durak”. Geçip giden hayatınızda durup düşünebilmenizi sağlayan bir durak. Çevrenizi,  medeniyet sahibi olmayan(!), kentlerde yaşamamış bir çift gözle izleme fırsatı. Tuiavii’nin gördükleri üzerine yaptığı ilginç ve çocuksu yorumlarla taze bir bilinç kazanacaksınız. Kararlar alacaksınız. Bu şehirleşmeyi teslim olmadan yalnızca kabul edeceksiniz ve ruhunuzu kaptırmamaya özen göstereceksiniz.



 GÖĞÜ DELEN ADAM - Erich Scheurmann

fotoğraf: https://twitter.com/birphotos

Yorumlar

Popüler Yayınlar